Ana içeriğe atla

Ben Saçma Bir İnsanım

Ben saçma bir insanım. Hayatım duygulara dayanmayan bağlantılara göre çalışıyor. Duyguları bir zamanlar her nasılsa yanlış bulup mantığa yöneldiğimden her şeyi anlamaya çalışan aklım formülleştirdiği yöntemlerle öğrendiklerimi maddeler halinde sıraladı. Sevdiğim bir insanı niye sevdiğime dair maddelerim var. Mesela bir örnek vereyim:
  • Sen diğerleri gibi basit bir insan değilsin. Diğerlerinin muhabbetleri, esprileri sosyal medyadan ve alışılmış şeylerden gelir. "Ne kadar ... bir kız!" gibi ifadeleri değiştire değiştire tekrar tekrar kullanırlar ve buna gülerler. Sen onlar gibi değilsin. Diğerleri sırf öyle gördükleri için fakat içten öyle hissettikleri için değil nazik davranırlar çünkü bu onlar için bir alışkanlıktır. Böyle insanlardan bazen "Kırılmasın diye / Ayıp olmasın diye öyle dedim" gibi sözleri duyabilirsiniz. Sosyal kaygıdan yani toplumun kurallarının dışına çıkmaktan korktukları için nezaket gösterdikleri görülür. Sosyal bir sisteme dahildirler ve bu sistemin her çarkı küçük ya da büyük olsalar dahi birlikte değişmez, sıkıcı bir düzen içinde döner. Sen bu sisteme dahil değilsin. Senin parçaların çarklara benzetip geçemeyeceğim kadar çeşitli ve belki de parça bile diyemeyeceğim kadar bildiğim şeylerden farklı.
  • Sen hissedersin ve derinden hareket edersin bense sezerim ve sezgime göre yüzeysel düşünür ona göre hareket ederim. Senin derinliğine inemem, ben her şeyi görmek için yukarı çıkar ama hiçbir şeyi yeterince anlayamam. Büyük resmi ararken senin sevdiğin küçük şeyleri kaçırırım.
  • Sen kendi benliğini, karakterini dış dünyaya rağmen korumuş hatta yolundan sapmadan geliştirmişsin. Bense defalarca yol değiştirdim ve nereye gittiğimi bilmiyorum artık. Ben değer verdiğim güzel şeyleri yitirdim ve maddiyata bağlandım. Her ne kadar maneviyata değer versem de kendimi bilim gibi maddi başarılar yoluna ittikçe maneviyatı da mantığımın gözünden görmeye başladım ve onu hepten hissedemez oldum. Benim benliğim artık düşüncelerimden ibaret. Hisleriminse hepsi sakat.
Bunlar gayet normal şeyler. Maneviyat biraz var. Sizi inandıramazsam sanırım biraz daha zorlayabilirim:
  •  Hislerdir bizi zeki yapan ve zeka benim maddi başarı arayışımda ihtiyacım olan şeylerden biri olduğundan zekaya dair bazı düşüncelerim var. Sen benim zeka gözlemlerimde sıradışı bir koltukta, diğer herkese ayırdığım yerlerden farklı bir yerde oturuyorsun. Bunun için sana zeka anlayışımdan biraz bahsedeyim.
Zeka: Zeka, bilinenleri farklı kombinasyonlarla bir araya getirerek ilişkilendirme, tümden özele ve özelden tüme gitme, çözüm arayışında ilişkileri fark etme, yeni kombinasyonlar üretebilme gibi fonksiyonları yerine getirme gücüdür. Zeka bildiklerinden yola çıkarak bilmediklerini açıklar. Dünyadaki ilk zamanlarımızı düşünün. Görüyorduk fakat anlamıyorduk. Dokunuyorduk ama bu hissin amacını bilmiyorduk. Duyu organlarımızın işlevlerinden hiç haberdar değildik. Acı ve mutluluk bizim öğrenmekteki tek rehberimizdi. Neye dokunup neye dokunmayacağımızı öğrendik dokunma duyumuzun acı hissettirip hissettirmediğine bakarak. Uzaklığı ve uzaktaki cisimlerle yakındaki cisimler arasındaki farkları öğrendik. Perspektifi anlayarak 2 boyutlu görüntüyü 3 boyutlu anlayışa çıkardık. Öyle ki bugün bir fotoğrafa bakıp neyin nerede olduğunu görebiliyoruz oysa bizim gözlerimiz farklı açılardan bakarak anlayabiliyordu baştan, biz daha kendi bilincimize varmadan çok daha önce. Bugün otobüs camına başımızı yaslayıp uzaktaki evlerin yavaş yakındakilerin hızlı geçmesini uzaklığa yorabiliyorsak, yıldızlara baktığımızda onların bizden çok uzakta olduğunu idrak edebiliyorsak 4 boyutlu bir dünyada olsak o 4. boyutu da tıpkı uzaklığı anladığımız gibi anlardık. Çünkü zeka ilk başta iyi ve kötü olarak bilginin temelini atmış ve oradan hareketle beynimizdeki nöronlardan çok daha karmaşık bilgi ağını kurmuş.

Konumuzdan çok uzağa ve benim bilimsel düşüncelerime kaçtık. Geri dönecek olursak bilinçaltı uzaklık algısının çalıştığı ve ilhamın geldiği kaynaktır. Bu kaynakta ilişkiler son derece etkindir yani çok çeşitlidir ve buradan gelen şeyler sizi şaşırtabilir. Duygular ve senin zekan burada. Benim zekam ise düşüncelerden ibaret çünkü nerdeyse her şeyi kelimelere dökecek kadar açık hale getirme çabasında ve ben bunu kendi aklımı düşünmeye iterek yapıyorum. Düşünme bilinç kontrolünde yapılır ve burada ilişkiler oldukça azdır. Son bilinen şeyler burada etkindir. Benim yaptığım şeyler hep buradan geldiğinden hep bu basit kaynaktan doğduğundan sıkıcı ve bayağıdır ve çok da nitelikli değildir. Bunu tekrar okuduğum fikirlerime dayanarak söylüyorum. Fikirlerim hep en basit şeylerin zorla ve çirkince, nerdeyse gelişigüzel birbiriyle ilişkilendirilerek ortaya çıkartılmış. Bunun için bilincime kızamam çünkü bilinçaltına göre son derece küçük. Bilinç bir kitaplıksa bilinçaltı bırakın bir kütüphaneyi, bundan çok daha fazlası. Konuşurken öyle kayboldum ki 3. kez senin zekanın neye benzediğini unuttum. Kusurumu affedin.

Yazının başına bakınca saçma bir insan olduğumu yazdığımı gördüm. Bunun nedeni hislerden oluşmayan bağları kalbimin anlayamaması ve hatta bu bağlar sanki kalbimin bağlayıp onun hissetmesine de engel oluyor fakat benim duygusal olarak içine düştüğüm darlık bu yazının konusu değil. Bu yazı hislerime itafen yazılıyor yani içimde bulabildiğim duygusal benlikten arta kalanlarla yazıyorum bunları. Çünkü anlamak istediğim, dünyasını kavramak değil dünyasında yer almak istediğim biri var ve oraya düşüncelerimle ulaşamam. Benden daha zeki birini hızlı koşsam da yakalayamam ancak belki beni severse bekler. Bu yüzden eski benliğimi ortaya çıkartmaya çalışıyorum.

Yukarıdaki paragrafa bir tekrar bakın üstünkörü. Ve buna. Görüyorsunuz hep kanıtlamaya, ispatlamaya, kendi duygumu açıklamaya çalışıyorum yine. Yani aklım yine o bağlardan kuruyor, hislere dayanmayan ama mantığın çözümlemeleriyle birbirine tutturulan bağları. Bir yandan da insanlar hep bana "Ama sen şöyle yapıyorsun..." gibi sözler söylediğinden kendimi savunma gereği duyduğum için sizin duyamayacağım kaba söz ve düşüncelerinizi çürütmeye çalışıyorum. Bu çürütme işini daha doğru yapabilmek için yukarı ve daha da yukarı çıkıyorum çünkü sizin sözleriniz hep benim düşündüğüm şeylerin, düşüncelerimin kapsadığı alanın yukarsından geliyor. Şöyle söyleyeyim, ben bir alanda bir şey söylüyorum fakat siz kendi aranızdaki bazı düşüncelere uymadığı için "Saçma, bence mantıksız yani, gereksiz" gibi sözler söylüyorsunuz bana ve bunlar benim düşüncelerime daha yukarıdan bakıp neye uymadıklarını gördüğünüzden kaynaklanıyor. Ben de buna maruz kalmamak için bir adım yukarı çıkıp ne söyleyebileceğinizi düşünüyorum sonra daha da yukarı çıkıp bu söyleyebileceğiniz şeylerin neden geçersiz olduğunu arıyorum sizin bana yaptığınızın aynını, sizden gelmesini beklediğim sözlere yaparak. Üzgünüm, epey zorlu bir konu, kolayca anlatamadım. Tüm bu çabam beni kendi düşüncelerime güvendiğimi göstermekten alıkoyuyor ve sözlerime bazen düşüncelerimden çok savunma hatları yerleştirmeme sebep oluyor. Bu da beni özgüvensiz ve sıkıcı gösteriyor çünkü mesaj artık çok aşağıda kalmış ve anlatıcı kendinden emin değil izlenimi veriyorum. Aslında kendime güveniyorum ve sizin o sözlerinizi hiç haklı bulmuyorum fakat değişmeyen tavrınız beni buna zorluyor. Yoksa ben fikrimi dağa taşa anlatacak kadar istekliyim. Neyse, saçma bir insandım ben öyle değil mi, yine açıklayamadım.

Araya giren o kadar paragrafın ardından saçma bir insan olmamın nedeni hislerimize göre hareket etmemiz. Benim mantıklı bağlarım yalnızca benim değil başkalarının da ilgisini çekmiyor. Hatta varlıkları ancak benim düşüncem tarafından biliniyor. Bu yüzden insanlar kendi aralarında "Niye böyle yapıyor?" diye sorabiliyorlar çünkü ortada bir sebep yok. Var ama çocuk uydurması gibi düz ve sıkıcı bir sebep olduğundan ve gerçek sebepler gibi karmaşık olmadıklarından (gerçek sebeplerin pek çok ilişiği varır) yok gibi duruyor. Bu da beni mantıksız ve saçma bir insan yapıyor. Üstelik zaten sıkışmış olan duygularım iyice yoklaşıp beni aklımın ellerine bırakınca hiçbir şey anlamadan saatler geçiriyorum, herkesin eğlendiği mezuniyet fotoğraf çekimlerinde benim duygularım beni yalnız bıraktıklarından boştum. Bu yüzden kendimi ortama veremiyordum. Hatta şöyle bir olay yaşandı. Beni fotoğraf çekmeye çağırdılar fakat ben ne istediklerini anlamadım. Hani yorgun insanlar olur ya, anlamasalar da anlamaya çalışmazlar çünkü isteksizdirler. İstek bir duygu olduğundan bende o sırada yoktu. Defalarca "Ne?" dedim, el işaretlerine rağmen yarım yamalak anladığım sözlerine hayır dedim defalarca ve sırtımı dönüp giderken güldüler fakat tahmin edin, bu çok utanç verici durumda utanamadım çünkü o da bir duygu. Nasıl biri olarak göründüğümü ve gerçekle ne kadar çeliştiğini siz düşünün. Tabi beni tanımadığınızdan gerçeği bilmiyorsunuz, eğer anlamış ve normal olsaydım arkadaşımın yanından ayrılır gider fotoğraf çekerdim.

Saçmalık yalnızca benim mantığımın fark edilmemesinden değil aynı zamanda bazen olmamasından yani benim için de saçma olmasından var. Niye mi var, beni harekete geçirecek isteğim yok, sıkıntıya alışkınım ve zaten sıkıntıyı bastıracak melankolik düşüncelerim var. Üstelik bu durum o kadar kötü ve ben de o kadar bunu kabullenmişim ki "zindelik" dediğimiz şey ben de hiç kalmıyor ve benimle konuşmaya çalışan herkes bunu tuhaf karşılıyor çünkü son derece beceriksiz oluyorum. Söylenen sözü anlasam da akıl yürütecek gücüm olmuyor. Aklım harekete geçmemi söylediğinden isteksiz de olsam harekete geçiyorum fakat duyguların eksikliği akıl yürütmemi götürdüğünden onu da beceremiyorum. Ayrıca sanırım bu yazıyı burada bitirmeliyim. Çünkü bu ağır paragraflar isteğimi kaçırdı ve sanırım özellikle bu paragrafta batırdım. Sizden özür dileyerek yazımı burada kesiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Katlanmak Nedir, İçine Atmaktan Farkı Nedir?

Birini kıracağım zaman, benden hoşlanan birine (artık nefret ediyor) ben de ondan hoşlandığım halde benden uzak durmasını söylemeyi düşündüğüm zaman ve diğer pek çok kendimdense bir başkasını düşündüğüm zaman yükü kendi sırtıma almayı seçtim, yalan söyledim, gerçeği gizledim, davranışlarım dahi yalandı. Kimseyi kırmamak için gerçekleri yalnızca kendime sakladım ve dizilerdeki gibi kendinden soğutma yöntemlerine başvurdum o kızı uzaklaştırmak için. Daha pek çok şey oldu hatta belki de Özdemir Asaf'ın "Çizik" şiirine farklı bir yorum getirdim. Bunları yaparken güvendiğim şey kendimdi, ben katlanabilirdim. İlk başta katlanabiliyorum sandım, açıkçası çok geç olana kadar katlanmanın bu olmadığını fark etmedim. Kötü şeyler olduğuna, yanlış anlaşıldığımda iç çekip doğru yaptığımı düşünüyor ve yoluma devam ediyordum. "İçine atmak" deniyor buna, katlanmak anlamına geliyor fakat katlanmakla benim bahsettiğim başka. İçinize attığınızda bir süre sonra dolarsınız daha fazla