Ana içeriğe atla

Sıkıntı

Küçükken hatırlarsınız hemen hepinizin sıkıldığınız zamanlara benim gibi koltukta taklalar attığınızı ya da bir koltuktan diğerine atladığınızı düşünüyorum. Sıkıntı ne kötü bir şeydi öyle değil mi? Yerinde duramayan hiperaktif çılgınlara dönerdik. Yani ben hiperaktif bir çocuk olmasam da sıkıldığım zaman gerçekten hareketli olduğumu biliyorum. Sonrasında yavaş yavaş sıkıntıya alışmaya başladık. Taklalar belki hiç sıkıcı olmadı ama annelerimizin sözleriyle ehlileştik ve taklalar atmayı bıraktık. Annemiz zorla elimizden tutup bizi bir yerlere sürüklerken bacaklarımızı çekip ağırlık yaparak bunu gerçekten sürüklemeye çevirdik belki ama sonra bunu da terk ettik. Sıkıntıya biraz tahammül edebilmeye başladık. Ben hatırlıyorum da uslu durmam söylendiğinde söz dinlemek iyi bir şey olduğu için uslu durmaya karar vermiştim. Bu benim için çok şaşırtıcıydı, sıkıntıya diretmenin kötü olduğunu biliyordum ama bu kadarını kendimden beklemiyordum. Annem beni bir güne getirmişti ve ben koridordaki koltukta dizlerimi kollarımın arasına almış öylece oturuyordum. Saatler hızlıca geçmişti ve belki bu benim çok sevdiğim kısırdan yediğim o güzel günlerden biriydi. Benden başka hiç çocuk yoktu. Merak ederdim, hayır çocuk olduğumdan şöyle düşünürdüm: Hep benim başıma geliyor, hep sıkıcı kötü durumlarda ben oluyorum. Benden başka hiçbir çocuk burada değil. Benim yeşil bir tetrisim ve yeşil poşette pillerim vardı fakat tetrislerden sıkılalı çok olmuştu. Şaşırdığım şeyse saatlerin benim hiç sıkıntıya baş kaldırmadan öylece oturmuş olmam. Hiçbir şey yapmadan o kadar saat nasıl oturulur? Hayret vericiydi. Fakat şimdi fark ediyorum da aslında yaptığım bir şey vardı. Ses çıkarmayarak uslu duruyor ve diğer çocukların ve eskiden benim yaptığımın aksine uslu durarak iyi bir çocuk oluyordum. Buna inanarak duyduğum mutluluk beni o koltukta tutuyordu. Yine de benden daha çok şımartılan ki bu gördüğüm her çocuk demek oluyor (yanıldığımı zannetmiyorum) çocuklara özeniyordum. Daha çok iç çekiyordum. Benim büyük olduğumu ve uslu durmam gerektiğini söylüyordu. Meğer ben artık büyümüşüm. Aslında o kadar büyük değildim tabi ve kadınlar bunu ses çıkartmayayım diye söylüyordu, gerçekten başka bir şeyden değil. Fakat ben bunu ciddiye alıyordum. Fark ediyordum, bir başkasına annesi öyle demez, dese de çocuk dinlemez. Sonra beni gösterirler bak o nasıl da uslu duruyor derlerdi. Bu yüzden uslu durmaya sabrederdim. Oysa benim bir acım vardı.

Benim özgüvenim yok. Çünkü özdeğerim yok. Bana kalsa ben beş para etmem. Ben ne kadar uslu dursam da iyi şeyleri hak edenler şımaranlar oluyordu. Onların yeni oyuncakları oluyordu. Elektrik denen, oyuncaklara pek çok ilginç özellikler katan şeyi merak ediyordum. Fakat elektrikli, ışıklı oyuncaklar almam çok zor oluyordu. Bana masraf çıkarmadığım, kimsenin keyfini bozmadığım için, kısaca onlara hiç etkimediğim için iyi davranıyor ve övüyorlardı. Ama aynı şekilde onlar da bana etkimiyorlardı. Yani benim görevim hiç olmaktı ve ben çok iyi hiç oluyordum. Sonunda da tam bir hiç olmuştum. Bunun ne ben farkındaydım ne de onlar farkındaydı. Ama ben kendime değer vermemeye, benim güzel şeylerim olmaz, başıma iyi şeyler gelmez diye düşünmeye başlamıştım. Hafif bir melankoli.

Babam cimri ve tutarsız bir adam. Bana yalnızca para harcadığımı, para kazanmadığımı, yiyip içip s**tığımı söylüyordu. Şaka yollu söylese de moralim bozuluyor, korkuyordum. Çünkü şimdi öyle sanıyorum ki tıpkı bugünkü gibi işlerin yolunda gitmediği zamanlar kızıyor ve böyle şeyleri kızgınlıkla söylüyordu. Bir kez kızgınlıkla söylediği şey, şakalarının arasına giriyordu çünkü kızdığı şeyler ciddi şeyler değildi. Fakat bana kızılmasını ben ciddiye alıyordum işte. Bu hiç de olumlu bir şey değildi. Burada biraz irdelersek babamın benim yaptığım şeylere, başarılara önem vermediği de var. Yani ben ödüllendirilmezdim. Fakat ödüllendirilenleri görürdüm. Takdir getir, playstation. Matematik 5 olsun, sana gönlünden geçen olsun. Allah'a şükürler olsun takdirler, notlar benim derslere normalde gösterdiğim ilgiyle geliyordu. Ödülleri yoktu ama ben yine uslu çocuk mantığıyla bunları almak zorunda olduğumdan dersleri de sıkıntıya yaptığım gibi benimsemiştim. Babamın Adapazarı'ndaki arkadaşı (bir süre onlarda kalmıştık küçükken) birinci sınıfın sonunda başarımdan ötürü bana Adidas futbol topu göndermiş. Benim haberim yoktu. Arabada ön sağ koltuğa oturuyordum babam beni eve götürürken. Okulumun yanından geçiyorduk. Kara poşettekinin Adapazarı'ndan hediye olduğunu söyledi babam ve açmamamı söyledi. Sabırsızlanıyordum ve mavi-gri renklerini görmüştüm. Onu oyuncak benzeri bir şey sanmıştım ama ne olduğunu çıkartamıyordum. Israr edince top olduğunu söyledi ve hayal kırıklığına uğradım. Notlarım için, Adapazarı'ndaki amca beni sevdiği için top hediye etmişti oynayayım diye. Benim yaptığımı babam bana övüyordu ama ben kırgınlık yaşıyordum. Adapazarı'ndaki adam bana top gönderiyor (yıllar sonra babama basketbol topu satın aldıramadım, cebinde akrepler var) ama babam yapmacık neşesiyle sözle beni takdir ediyordu. Bu takdir beş para etmeyen, beni bu yolda tutmak için söylenen sözlerdi. Televizyonun karşısına uzanıp bir şey izlerken de gözlerini televizyondan hiç ayırmadan aynı takdirleri ederdi. Annemdense bir şey beklemiyordum zaten. Onun ne olduğunu öğrenmek zor olmamıştı ve hep de öyleydi de. Babam ise çetrefilli hareketleriyle kötü olduğuna inanmak istemediğim tam anlamadığım bir kimseydi. Bu yüzden eğer babama iyimser davranmasam, annemden ileri sevmezdim. Ve hatta o davranışları yüzünden ondan hoşlanmaz kaçmak isterdim. Farkında olmadan babama karşı şu anki durumumu yazdım.

Özdeğerin olmamasının yanı sıra güzel şeyleri hak etmediğimi düşünerek onları görünce üzüntü, uzaklaşma duygusu belirirdi. Çocuksu saflığımla bu duygulara rağmen gider ona dokunmak isterdim. O kadarını yapmasan depresyona girerdim herhalde. Bu çok kötü olurdu çünkü babamın neşelendirme çabası geçici olacak, biraz sırıttıktan sonra eskisine dönecek ve daha derin depresyona girerdim. Annemse ve sonra babamsa niye böyle yapıyorsun diye beni suçlar, anlamıyoruz ki diyip sorunu görür fakat şikayet etmek bir sorunu bastırıp, saptırmaya yaradığından bana yardımı dokunacak bir davranışta bulunamazlardı belki de. Üstüne üstlük suçlu da ben olurdum ya... Nefret ediyorum, bu şekilde suçlu olmaktan.

Özdeğer yoksa özgüven yok. Neyime güvenecektim ki? Hiçbir şeyim yoktu ya ondan güvenemiyordum. Fakat bir mevzu var, kendi içimde bir yere varamıyor olabilirim bu konuda. Ailemin ilgisi de bir yere kadar olabilir fakat sonrasında o da yok anlattığım gibi. Eğer sorunlarım aile içinde kalsaydı aynı kalırlar veyahut kötüleşirlerdi. Ama dışarda başka faktörler de var. Arkadaşlar mesela ama arkaaşlıklarından değil. Arkadaşlık biter ve yine sorunlarımı çözmekte daha fazla ilerleyemezdim. Ama bitmeyen bir şey var, bir heyecan, herkes tarafından kabul gören bir değer, evet herkes bunu sever, bir kızın sevgisi. Bir kız, beni sevebilir miydi acaba? İnanmak istiyordum!

Bu soruyu yanıtlamak, yanıtlasam da bu yanıtın bir şeyi değiştirmesi pek kolay değildi. Basit bir kızda deniyordum (evet benim bariz, sevimsiz ahlaksızlıklarımdan biri) ve sözle anlaşılır noktaya gelene kadar inanmıyordum. Mesela benden bahsederken omuzlarını kaldırıp kafasına yaklaştırabilir, sırıtmaya başlayabilir ve soruları "eh işte öyle" diye kaçamak bir cevap verebilirdi. Buna inanmazdım. Yanlış anlamışımdır diyip kendime inanmazdım. Fakat "Çağatay'la ilişkimiz..." dediğinde emin oldum ve kızdan uzaklaştım. Dediğim gibi basit bir kızdı. Özdeğerim eksik ama yani kendime değer verdiğim bazı yerler de var. Ortalamanın altında güzellikte bir kıza yanaşabilirdim ama o beni kabul ettiğinde gözümde değersizleşirdi ve kaçmak isterdim. Sonrasındaysa o kız sayılmaz der, sevilebileceğime inanmazdım. Ve sonraki kıza. Bu sırada tabi önceki kızı savuştururdum. Yeterince değerli bir kıza gelene kadar bu böyle devam etti. Burası hayatımın yeni en kötü yılına tekabül ediyor. Bu ilişki düzgün gerçekleşmedi başka nedenlerimden. Sonra ben bu soruyu yanıtlayamadan (?) kızdan uzaklaştım. Sonra başka bir kız. Gerçekten sevmiştim bunu. Yine düzgün olmadı ama daha farklıydı. Bu iki kızda mevzu bu soruyu yanıtlamak değildi. Bu iki kız zorlu tecrübelerdi. Öğrendiklerim var ama yazacağım şeyler değiller.

Hayatım berbat olmuştu. Günlük yaşam, düşünceler, değerler hepsi çok kötü durumdaydı. Üniversite sınavlarımı verdikten sonra hayatımdaki gerici gelecek planlarıma tutundum. Sonra dinlenmem gerektiğine karar verdim ve onlardan uzaklaştım. Üzüntümü, pişmanlığımı, yorgunluğumu zaman ve özgürlükle tedavi ettim. Uzun zamandır olmadığı kadar ve daha da uzun zamandır hiçbir mutluluğumun sürmediği kadar uzun süre rahatlık yaşadım, yaşıyorum. Duygular, hisler, düşünceler budandıktan sonra daha farklıyım sanki. Sıkıntıya tahammülüm gün boyu, belki daha da uzun ama o kadar sıkılmıyorum. Sanırım, mutluyum?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Katlanmak Nedir, İçine Atmaktan Farkı Nedir?

Birini kıracağım zaman, benden hoşlanan birine (artık nefret ediyor) ben de ondan hoşlandığım halde benden uzak durmasını söylemeyi düşündüğüm zaman ve diğer pek çok kendimdense bir başkasını düşündüğüm zaman yükü kendi sırtıma almayı seçtim, yalan söyledim, gerçeği gizledim, davranışlarım dahi yalandı. Kimseyi kırmamak için gerçekleri yalnızca kendime sakladım ve dizilerdeki gibi kendinden soğutma yöntemlerine başvurdum o kızı uzaklaştırmak için. Daha pek çok şey oldu hatta belki de Özdemir Asaf'ın "Çizik" şiirine farklı bir yorum getirdim. Bunları yaparken güvendiğim şey kendimdi, ben katlanabilirdim. İlk başta katlanabiliyorum sandım, açıkçası çok geç olana kadar katlanmanın bu olmadığını fark etmedim. Kötü şeyler olduğuna, yanlış anlaşıldığımda iç çekip doğru yaptığımı düşünüyor ve yoluma devam ediyordum. "İçine atmak" deniyor buna, katlanmak anlamına geliyor fakat katlanmakla benim bahsettiğim başka. İçinize attığınızda bir süre sonra dolarsınız daha fazla

Ben Saçma Bir İnsanım

Ben saçma bir insanım. Hayatım duygulara dayanmayan bağlantılara göre çalışıyor. Duyguları bir zamanlar her nasılsa yanlış bulup mantığa yöneldiğimden her şeyi anlamaya çalışan aklım formülleştirdiği yöntemlerle öğrendiklerimi maddeler halinde sıraladı. Sevdiğim bir insanı niye sevdiğime dair maddelerim var. Mesela bir örnek vereyim: Sen diğerleri gibi basit bir insan değilsin. Diğerlerinin muhabbetleri, esprileri sosyal medyadan ve alışılmış şeylerden gelir. "Ne kadar ... bir kız!" gibi ifadeleri değiştire değiştire tekrar tekrar kullanırlar ve buna gülerler. Sen onlar gibi değilsin. Diğerleri sırf öyle gördükleri için fakat içten öyle hissettikleri için değil nazik davranırlar çünkü bu onlar için bir alışkanlıktır. Böyle insanlardan bazen "Kırılmasın diye / Ayıp olmasın diye öyle dedim" gibi sözleri duyabilirsiniz. Sosyal kaygıdan yani toplumun kurallarının dışına çıkmaktan korktukları için nezaket gösterdikleri görülür. Sosyal bir sisteme dahildirler ve bu sist